21 Temmuz 2011 Perşembe

23.07 - 31.07.2011 Yunanistan Gezisi

ANKARA-İpsala-Dedeağaç-Kavala-Selanik-Atina-Midilli Adası-Ayvalık-Eskişehir-ANKARA güzergahında değerli arkadaşım Alkor, ben ve oğlumla birlikte 2 motor 9 gün boyunca 3.300 km'yi bulan turumuz hayatımız boyunca unutamayacağımız güzellikler ve anılarla dolu geçti.Önce hazırlıklardan bahsedelim biraz; gezimizin rotası için epey kafa yordum, aylar öncesinden başladığım harita üzerinde yol güzergahı çalışmalarına daha önce yunanistana giden motorcuların forum sitelerindeki paylaşımlarından da faydalandım sonuçta ilk kez tek başıma böyle bir araştırmaya kalkışmıştım, göze aldığımız ufak tefek aksiliklerin yanında detaylı bir çalışma kesinlikle şarttı. Pasaport vize işlemleri, motor için triptik belgesi, greencaard (yurtdışında geçerli zorunlu trafik poliçesi) hepsi hazırdı ancak bir türlü zorunlu olup olmadığına karar veremediğimiz uluslararası ehliyet almamıştık çünkü forumlarda bununla ilgili net bir yorum yazmıyordu ve bizde bunu eğer yunan polisi isterse sınrdaki turing ofisinden alırız diyerek düştük yola..
1 nci gün (23.07.2011) sabah saat 06.00; Alkor'un evinin önünde buluştuk son kez evraklarımızı gözden geçirdiğimizde benim kgs kartımın olmadığını fark ettim ve şirkete giderek kgs kartını aldık. Neyse ki şirket yakın olduğu için çok  fazla zaman kaybetmeden yola koyulduk. İlk gün İpsaladan sınırı geçip Dedeağaç'a (Aleksandroupolis) kadar 735 Km'lik uzun bir yolumuz vardı.
İstanbula geldiğimizde saat 12'yi gösteriyordu ve boğazköprüsü üzerinde resim çektirmemek olmazdı :)
İstanbuldan sonraki durağımız Tekirdağ idi ve saat 14'e doğru vardık, karnımız iyice acıkmıştı, açıkcası Tekirdağa gelene kadar köftesini hayal etmiştik :))

Köftelerimizi afiyetle yedikten sonra sınıra gitmek üzere tekrar yola koyulduk bu saate kadar herşey planladığımız gibi zamanında gidiyorduk, güzel memleketimizden çıkmadan son benzinci petrol ofisinden motorlarımızında karnını doyuralım dedik..
Eveet bu işte tamam, motorlarımızıda doldurduktan sonra sınıra doğru tekrar sürüyoruz,


Sınıra gelişimiz saat 4'ü bulmuştu, neyseki sınırda çok fazla bir yoğunluk yoktu ve geçişimiz çok çabuk olmuştu ancak korktuğumuz başımıza geldi yunan polisi uluslararası ehliyetimiz olmadığı için bizi geri çevirdi ve tıpış tıpış tekrar geri gelerek 278 tl bayıldık ve ehliyetlerimizi çıkarttık. 15 dk önce selamladığımız hem türk askerlerini hem yunan askerlerini tekrar selamlayarak biraz da gülümseyerek "yine mi siz acemi motorcular" tabirinden bakışlarla meriç nehrini ikinci kez geçtik. 





ehliyet diye tutturan yunan polisi bu defa gözüne sokmaya çalıştığımız ehliyete hiç bakmadan sadece pasaportlarımızı damgaladı ve bizi başından savdı bizde yeni bir yunan-türk krizini başlatmamak için fazla üzerine düşmedik ve yunan topraklarına ayak basmış olduk.
Saat 18'i gösterdiğinde sınırı geçmiş olmanın verdiği rahatlık, gün boyu motor sürmenin verdiği mutluluk anlatılamaz bir güzellikti asıl güzellikler bundan sonra başlıyordu ve hiç vakit kaybetmeden bekle bizi Dedeağaç diyerek devam ettik. Dedeağaça geldiğimizde ilk iş olarak bir cafede yorgunluğumuzu atmak için bi şeyler içmek oldu.Dedeağaçın sahil kenarındaki yan yana sıralanmış tahta masalı, sandalyeli tavernalar, temiz caddesi ilk bakışta dikkatimizi çekmişti.

İlk yorgunluğumuzu attıktan sonra sıra gelmişti otel aramaya. Konaklama için daha çok arka sokaklardaki ucuz ama temiz otel veya pansiyonları tercih ediyorduk. Motorlarımızı uygun bir yere park ettikten sonra daldık arka sokaklara, bi kaç tane otele girdik çıktık ama hepsi oda fiyatı +kahvaltı 70-euro istiyordu, çaresiz bi tanesine karar verelim diye düşünürken idda bayisi olduğunu anladığımız bi yerden ayak üstü kısa bir fener-gs muhabbeti yaptıktan sonra bi tane daha otel adresi alarak ayrıldık, tarif edilen yere gittiğimiz otel şimdiye kadar baktığımız otellerden daha konforlu ve temiz gelmişti (diashotel@otenet.gr), fiyat olarak da kahvaltı dahil 55-euro isteyince hiç ikiletmeden kabul ettik ve motorlarımızı almaya gittik. Otel sahibi Dimitri hem türkçe biliyor hemde türkleri seviyordu, fiyatın neden ucuz olduğunu sorduğumuzda aslında fiyatların 80-euro dan başladığını fakat elindeki son odayı bize verdiğini ve türk olduğumuz ve bize yardımcı olmak için 55-euro aldığını söyledi ve daha da güzeli motorlarımızı park etmek için yol kenarına değil otelin bahçesine koyabileceğimizi söylediğinde kendisini bizde çok sevdik :)) Gün boyu üzerimizdeki terden kokmuş kıyafetlerimizi otelin balkonuna serip duşumuzu aldıktan sonra yemek için ve Dedeağaçta gece nasılmış öğrenmek için tatil moduna girip halkın arasına karıştık. Akşam üzeri trafiğe açık olan yol artık araç sürüşüne kapanmış halk tavernaları doldurmuştu. Gördüğümüz manzara hiç de yabancı olmadığımız bir durumdu. Sahil boyu caddede bi kaç tur attıktan sonra yol kenarındaki tavernalardan bir tanesine yemek için oturduk, kendi aramızdaki konuşmalarımızdan garson türk olduğumuzu anlayıp hemen türkçe yazılı menüyü getirince çok mutlu olduk ve yemeklerimizi söyledik tabi ki balık yiyecektik, menüye baktığımızda fiyatların öyle çok da pahalı olmadığını gördük hatta porsiyonların oldukça doyurucu ve çok olmasına baktığınızda ucuz sayılabilirdi. İşte Dedeağaçtan manzaralar...












2 nci gün (24.07.2011) Sabah saat 07'de kalkıp motorlarımızı tekrar yükledik. Gezimizin ikinci gününde Komotini (Gümülcine), Xanthi (İskeçe) ve Kavalayı gezip akşama doğru Selanik'e varmayı planlamıştık toplamda 335 Km'lik bir yolumuz vardı. Kahvaltımızı yapıp Dimitri amca ile tekrar görüşmek üzere diyerek vedalaştık ve düştük yola..



 Eğer Yunanistanda pazar günü araç kullanmak zorunda kalırsanız bütün işyerleri gibi benzincilerin de kapalı olduğunu sakın unutmayın ve ilk gördüğünüz açık benzinciden benzininizi mutlaka alın. Bizde Dedeağaçta biraz aradıktan sonra bulduğumuz benzinciden depolarımızı doldurduk ve Gümülcine (Komotini) ye doğru yola çıktık, pazar olması nedeniyle yol sakin asfalt inanılmaz düzgündü yaklaşık 45 dk. sonra Gümülcineye vardık şehir içinde kısa bir tur attıktan sonra kent meydanındaki parkta sabah kahvemizi içtik. Not; bizim türk kahvesine greek kahve dendiğini unutmayın.:))

Bir sonraki durağımız İskeçe (Xanthi) yaklaşık 1 saat sürecek bu yolda nefis manzaralı orman yolları var etrafı seyretmekten oldukça yavaş ilerliyoruz ama olsun değer ayrıca içinden geçtiğimiz bir köyde pazar pazarı vardı bildiğimiz köy pazarı sanki anadolunun bir köyünden geçiyorumuşuz gibi geldi. İskeçeye geldiğimizde şehrin girişindeki benzinciden hemen depolarmızı doldurduk ne olur ne olmaz :)) Benzincideki pompacı bizim türk olduğumuzu anlayınca hemen türkçe konuşmaya başlayınca şaşırmıştık adının Barış olduğunu öğrendiğimiz arkadaş iskeçe türklerindenmiş biraz memleket hasreti giderdikten sonra tekrar yola düştük, İskeçe girişinden çok düzenli ve temiz bir şehir olduğu belli oluyordu ayrıca gördüğümüz Çilek mağazası da çok şaşırtmıştı. İskeçe sokaklarını dolaşırken motorlarımızdaki egsoz gürültüsü pazar sabahı insanları biraz balkon pencereye çıkartmıştı, girdiğimiz bir sokağın çıkmaz yol olduğunu tartışırken balkondan birisinin -türkçe olarak nereyi aradınız efendiler diye sorması  bizi yine şaşırttı ama bozuntuya vermeden hiiç dolaşıyoruz diyebildik, yine ayak üstü memleket muhabettinden sonra oradan da ayrıldık. Bu zamana kadar konuştuklarımız özellikle Ankaradan geliyoruz dediğimizde oldukça şaşırıyorlardı çünkü bildikleri tek yer İstanbulmuş gibi geldi. ayrıca iki teker üzerinde bu kadar yolu nasıl geldiğimizi soruyorlar daha gidecek çok yolumuz olduğunu duyduklarıda ise şaşkınlıkları iki kat artıyordu. İşte İskeçe sokakları..






İskeçe'den ayrılıp Kavalaya geldiğimizde saat öğlen 12 olmuştu. Kavalanın girişinde daha önce forum sitelerinin birinde okuduğum Kuzey Kıbrısın kırmızıya boyanmış ve "Kıbrısı unutma" tabelasını gözlerim aramaya başladığında birden karşıma çıkınca o heyecanla yokuş aşağı virajlı inen yolda aniden durunca önde giden Alkor panik yaptı yoğun trafiğe aldırış etmeden motorlarımızı yol kenarına park ederek fotoğraf çektik.

Kavala, Dedeağaç, Gümülcine ve İskeçeden daha büyük düzenli ve şirin bir yer. Burada Osmanlı'nın izleri daha çok; Pargalı İbrahim Paşa'nın yaptırdığı Su Kemeri ve elbetteki Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın evi görülebilecek en önemli yerlerin başında geliyor. Pazar günü olması sebebiyle şehir yine boş, sahil kenarındaki restoranlar haricinde dükkanlar kapalı. Biz de öğle yemeğimizi yemek üzere gözümüzü kestirdiğimiz kalabalık olan bi lokantaya dalıyoruz. Lokantada Çanakkaleden gelen türk gezi grubu garsonlara illallah dedirtmişti, öyle ya biz aceleci türkleriz; 60 a yakın kişinin aynı anda yemek siparişini verip hani benim yemeğim nerde diye feryatları çalışanlara kafayı yedirtmiş. neyse ki bizim acelemiz olmadığını söyleyince şef rahatladı biraz. :)) Bizim menüde yine balık var özellikle midye plavına bayıldık ayrıca midyeli menemen denemeye değer. Grup gidip etraf sakinleyince bizde rahat rahat yemeğimizi yiyip garsonlarla sohbetimiz ettikten sonra öncelikle Mehmet Ali Paşa konağından başlamak üzere sokaklara dalıyoruz..














kavala sokaklarında gezerken sıcaktan oldukça bunalmıştık, bizde ne yapalım güzelim kumsala ve denizin maviliğine bıraktık kendimizi.. :)



Kavaladaki yorgunluğumuzu denizin serin sularında attıktan sonra saat 16'ya geliyordu ve Selanik'e doğru hareket etme vakti gelmişti yaklaşık 165 Km'lik bir yolumuz vardı toparlandık ve yola çıktık.
Kavala-Selanik arası yol güzel pazar olması nedeniyle sakindi akşam üzeri 18'e doğru Selanik'e geldik. Selanik büyük ve cıvıl cıvıl bir şehir doğruca Aritotales meydanına gittik ve orada bi yorgunluk kahvesi içtikten sonra başladık otel aramaya. Selanikte oteller şehrin en önemli caddesi olan Egnatia caddesi üzerinde her bütçeye uygun otel var. Bizde sora sora Atlas otel de geceliği oda fiyatı 40-Euro'dan anlaştık ve eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra kendimizi Selanik sokaklarına bıraktık.





3 ncü gün (25.07.2011)Selanik sabahında yapılacak ilk iş tabi ki Büyük Önder Atatürk'ün evini ziyaret etmek olmalıydı ve biz de öyle  yaptık. Kısa bir yol tarifinden sonra O muhteşem ev karşımızda duruyordu, heyecanlıydım beynimize kazıdığımız "iki katlı, pembe boyalı, cundalı ev" karşımdaydı. Not: Türk büyükelçiliği ile iç içe olan ev gezinti için sabah 10'da açılıyor, erken gelirseniz ilk gezen siz olursunuz sonradan gruplar gelmeye başladığında çok kalabalık oluyor ve tadını alamayabilirsiniz. 

Bütün dünyayı kendine hayran bırakan, bir ulusu yoktan var eden Büyük Önder küçük Mustafa'nın "el izi" hepimiz mutlaka defterlerimize çizmişizdir, O'da çizmiş :)
Annelerin en güzeli, en değerlisi Zübeyde Hanım'ın odası;
Büyük Önder Mustafa Kemal'in dünyaya geldiği oda;
Evin diğer bölümlerinden kareler;




Atamızın evindeki gezintimiz 1,5 saat sürdü ve dediğim gibi gruplar gelmeye başladığında evin içi kalabalık olmaya başlamıştı, bir not daha; evin yapısını da göz önünde bulundurarak On kişilik gruplar halinde gezilebiliyor.
Şimdi Selanik güneyindeki Kassandra bölgesine doğru yola çıkıyoruz,










  
Planımız Kalamitsi koyuna kadar gidip orada denize girmek ve tekrar Selanik'e geri dönmekti, ancak koyun güzelliğinden çok etkilenmiştik ve eşyalarımız Selanikteki otelde kalmış olmasına rağmen bu gece Kalamitsi'de kalmaya karar verdik veee tabi ki muhşem balık ziyafetimize bu gece burda devam ettik (kafamız kıyaktı resim çekmedik) :)))
4 ncü gün (26.07.2011) Kalamitsi'de fazladan 1 gece kalmıştık olsun bu gezilerin belki de en cazip olanı buydu "nerde güzellik var orda kal". Selanik'te bıraktığımız eşyalarıımız toplamak için sabah erkenden yola çıkıp otel'e gittik ve bir sonraki durağımız METEORA idi yaklaşık 230 Km.lik bir yolumuz vardı. Öğleden sonra saat 16.30 civarı Meteora'ya varmıştık, ilk iş olarak kalacak bir otel aramaktı, bir kaç yer ve fiyat pazarlıklarından sonra en uygun olanı 50-Euro'ya 3 kişi kalabileceğimiz Meteora otelde karar verdik.(Meteora'da otel fiyatları 3* ayarında ve iki kişilik oda fiyatları kahvaltı hariç 50-80 euro civarında.)  Otel gerçekten çok güzel, temiz ve şehrin yapısına uygun olarak meteora manastırlarının tam dibindeydi.


Eğer Yunanistan'a gezi planlıyorsanız gezeceğiniz yerlerden bir tanesi Meteora olmalıdır. Meteor kayalarının üzerine yapılmış manastırları mutlaka görmelisiniz. Meteora halkı son derece yardımcı ve misafirperverdir. Yiyecekleri lezzetli ve oldukça hesaplıdır. 3 kişi doyurucu kebaplar, uzo, şarap, meze, salata vs. 42-euro verdik. İşte meteora'dan manzaralar;













 5 ncü gün (27.07.2011)  5 nci gün sabahında Meteora'da uyandık, bugünkü programımız kayalar üzerindeki manastırları gezmek ve öğleyinde Atina'ya doğru hareket etmek. Meteor kayalıklarının üzerine inşa a edilmiş manastırlar muhteşem ancak manastır içindeki müzede osmanlı ve türklere olan nefreti anlatan resimler canımızı sıkmıştı, manastırlardan manzaralar..







Acaba biz türkler tarihimizde ne zaman yunanlıya bayrak teslim etmişiz!!! buna ancak k..la gülünür.

Bu arada meteorada (kalambaka) bize en cok yardımı yine bir Türk dostu (isminin telafuzu biraz zor olduğu için kendisne Babis denmesini istiyor) Tsakalidis Charalabos yaptı kendisi hediyelik eşya dükkanı var yolunuz düşerse kendisini mutlaka ziyaret edin :))
Saat 13.00 oldu, artık bu güzel yere veda etme vakti Babis ile vedalaştıktan sonra yolumuz 145 km sonra Lamia-Elepsis ve Atina. Düştük yollara ancak hava inanılmaz derecede sıcaktı sanki dev bir fırında gidiyor gibiydi.


Açıkcası sıcak hava sürüşümüzü çok etkilemişti, sık sık durmak zorunda kaldık ama bu yolda durup serinleyebileceğiniz bir su çeşmesi falan aramayın :))
Saat 16.30 olmuştu Atina'ya 50 km yolumuz kalmasına rağmen sürmekten bunalmıştık duracak bir yer ararken işte karşımıza çıkan karayolları bakım istasyonu ve yemekkkkk :)









Bu yemek bütün yorgunluğumuzu aldı, götürdü:))) hadi bakalım Atinaya gidiyoruz, ama önce Corinth boğazını gezmemiz lazım, olağanüstü bir işçilikle açılan su kanalı muhteşem görülmeye değer ancak bu gezinin belki de en şansız anını yaşıyoruz çünkü Corinth kanalına giden yolu bilmiyoruz ve fazladan 150 km yaptık buluncaya kadar ve hava karardı tabi ki, olsun gece manzarası da güzel


Corinth kanalını da gördük ya dünya gözüyle artık sırtımız yere gelmez, daha görülecek çok yer var :)) hadi bakalım dönüyoruz Atinaya, artık yorgunluk had safhada bir an evvel gidip Atina gecelerine, ünlü Plaka eğlencelerine dalmamız lazım.Gece saat 24 civarı Atinaya geldik
Atinada kalacak yer konusunda epey zorlandık açıkcası çünkü bütün yerler doluydu ama şans bizimleydi ve Acropol yakınlarında geceliği 70-euro +kahvaltı PHIDIAS Otelde yer bulduk ve biz nedenini resimde göreceksiniz bu oteli çok sevdik. :))




 Otelde çalışan resepsiyon görevlisi bizim motorlarımızı kaldırıma park etmemize pek sıcak bakmadı ve ne olur ne olmaz diyerek loby deki koltukları bir sağa bir sola çekti ve Alkor'un motorunu lobinin ortasına benim motoru da kapının arkasına park ettirdi, söyleyecek bi şey yoktu bu durumdan çok memnun kalmıştık motorlar emniyetteydi artık o zaman bize de eğlenme zamanı....



6 ncı gün (28.07.2011) Sabah kahvaltımızı yaptık. Yunanistanda kahvaltı denince kruvasan vb türü yiyecekler nescafe ve konsantre meyve suyu vardır, bugünkü programımız öncelikle Acropol bölgesini gezmek ve akşam 17.00 de Pire limanına giderek saat 19.00 da feribotla Midilli'ye hareket var.
Akropol bölgesine geçmeden Atina'nın ünlü Syntagma meydanını görelim, nöbet değişiminde ilginç tören hareketleri yapan askerleri izleyelim demiştik ancak tören saatine denk gelemedik.. Syntagma meydanı, senato binasından kareler...



Ha bir de unutmadan eğer motorla giderseniz eğer sakın kaldırıma park etmeyin yunan halkından fırçayı yersiniz :)) biz yedik -siz nasıl benim yürüyüş yoluma park edersiniz diye..
İstanbul yenicami avlusunda kuşlara yem vermek ne kadar güzelse Syntagma meydanında da öyle..


Atinanın kuşlarını da besledikten sonra Akropol'e doğru gidiyoruz, ve ilk göreceğimiz yer ayakta kalabilmiş Zeus Harabeleri


İşte benim en çok görmeyi istediğim yerlerden biri, hem benim nick olarak kullandığım hem de canım Antalyamda benzeri bulunan "Hadrianus Kapısı" ama bu Antalyadakinden oldukça farklı.. 
Artık yavaş yavaş Akropol'e tırmanma zamanı nası sıcak var inanılmaz, hani -çıkmayalım deseler geri döneceğim ama olmaz gelmişim artık buraya vazgeçermiyim :)))))
Öncelikle Akropol yolu üzerindeki tarihi eserler arasında fotolarımızı çekiyoruz ne de olsa her taraf tarih kokuyor..



 Aşağıda gördüğünüz antik tiyatro gerçekten çok iyi korunmuş günümüze kadar ve tıpkı Aspendos tiyatrosunun kopyası gibi geldi..
Vee nihayet Akropoldeyiz, kalabalıktan, sıcaktan bunaldık  ama değdi gerçekten bu geziye başlarken öncelikli görmek istediğimiz bi yerdi ve şimdi burdayız ne mutlu bize :)))




Şimdi Zeus tapınağına ve Hadrianus kapısına bir de yüksekten bakalım, 


İşte türkiye benzeri betonlalaşmış Atina ve araya sıkışmış Artemis tapınağı..


O kadar çok resim var ki hangisini koyacağımı bilemedim :)) 





Artık yeter Akropol'e, sıcağa doyduk ama karnımız acıktı gidelim... hem saat 2 oldu bi şeyler atıştırıp Midilliye gidiş için Pire limanına gitmeliyiz, 
Atina'dan yol kareleri..












Karnımızı doyurduk yemek resmi yok çünkü hepsini bi solukta yedik :)) artık Pire limanına gitme vakti geldi, saat 16.00 biletlerimizi alıcaz feribota binicez ve gidicez hoşcakal Atina teşekkürler herşey için.. :)

Atina, Olimpiyat stadını da uzaktan resmini çekiyoruz..


Saat tam 17.00 de Pire limanına geldik, biletlerimizi aldık ve feribotun yanındayız binmek için bekliyoruz, süprizzzz :)) K-9 narkotik polisi kollarını açmış bizi bekliyor neymiş uyuşturucu kontrolü!!! hadi bakalım bunu da gördük bu gezinin en ilginç anlarından birisi de buydu.. Narkotik polisine yanımızda uyuşturucu olmadığını ikna edinceye kadar epey uğraştık ancak kendisi bir türlü ikna olmadı ve ısrarla sizde var bi şeyler deyip durdu, k-9 köpeği her tarafımızı, motoru, eşyalarımızı kokladı bir de eksozdan burnunu yakınca (ee heryere burnunu sokmuycan) temiz raporunu aldık nihayet :))


Narkotikten de temiz raporunu aldıktan sonra feribot'a biniyoruz artık bir an evvel üzerimizdeki terli kıyafetlerden kurtulmak istiyorum..



"artık demir almak günü gelmişse bu limandan" şarkısı ile birlikte Atina'ya el sallıyoruz...




Atina-Midilli arası  11 saat sürüyor motorla o kadar yol yaptıktan sonra gece feribot biraz sıkıcı gelecek ama yapacak bi şey yok en iyisi güneşin batışını seyredelim...







Bu arada makinamın zoom'u yeterince Poseidon tapınağını çekmeyi de ihmal etmedim.. :)

7 nci gün (29.07.2011)  Gezimizin 7 nci gün sabahını Midilli adası kıyılarında yapıyoruz, gece feribot oldukça sıkıcı geçti doğrusu bir an evvel sabah olsun motoruma binmek istiyorum. İşte kıyıdan Midilli..




Feribottan inmeye hazırlanıyoruz, Oooo narkotik yine biz bekliyor :) galiba atinadakiler biz bulamadık belki siz bulursunuz diye msj göndermişler, ama buradakiler uyanık çıktı foto çektirmediler, aslında çekmiştim fakat bi tanesi uyandı sildirdi resimleri.. Yine arama koklama operasyonu temiz, tamam girebilirmişiz :))

Midilli de sabah kahvaltısı, bizimkinden farkı yok peynirli börek.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra hiç vakit kaybetmeden kendimizi Midillinin sahilinde serin sulara bıraktık, özlemişiz denizi ohhh, :))



Deniz, güneş kum derken öğleden sonra oldu, biraz da Midilli adasını turlayalım dedik ve Gera körfezinde gün batımını seyrettik muhteşemm...



Gün batımından sonra kalacağımız Argo otele geçtik, unutmadan kalacak yer için epey uğraştık çünkü şehir merkezindeki oteller 100-euro civarındaydı, neyseki Argo oteli bulduk 3 kişilik oda 50-euro kahvaltı yok ama peynirli böreğe devam..:(
Alkorla oğluma dedim ki ben bu gece tavernaya gitmeden türkiye'ye dönmem pek sıcak bakmadılar bu fikrime ama olsun yine de gittik kırmadılar beni sonra siz istediğiniz yere gidebilirsiniz dedim, Gittik :))



:)) Alkor ortamdan her ne kadar hoşlanmasa da balıkları götürdü ama, menü yine bol deniz mahsüllerinden mezeler, uzo, bira, şarap balık vs. fiyat 45-euro daha ne olsun..
8 nci gün (30.07.2011) Artık yunanistan topraklarına hoşcakal deme zamanı geldi hazırlıklar tamam, saat 10'da feribotla Ayvalık..

Midilli-Ayvalık feribotla 45 dk. ama bu defa feribot değil de tekne desek daha doğru olacak :)


 Midilliye de uzaktan son bi kez daha baktık..
Sekiz günlük yunanistan gezimiz nihayet tamamlandı ve Ayvalık limanındayız..



Ayvalık'a iner inmez kendimizi Cunda adasında bulunan Ortunç tatilköyüne attık :)) birgün önce Midilli adasının sahillerindeyken şimdi karşı tarafında güzel yurdumuzun en güzel koylarından birindeydik doğrusu bizim denizimiz daha güzel :))
Ortunç tatilköyünün denizinde yorgunluğumuzu attıktan sonra Cunda adasında gezintiye çıktık aslında Cunda'nın benim için ayrı bir önemi vardı 2009 yılında ailem ile tatil için geldiğimde Ayvalık'ta yaşayan çok sevdiğim motorcu dostu Gökalp kardeşimin tavsiyeleri üzerine burada chopper almaya karar vermiştim ve bu tatilin dönüşünde ilk shadow'umu almıştım.
Cunda'ya gelinir de midye dolmasını ve sakızlı dondurmasını yememek olmazdı biz de yedik :))


9 ncu gün (31.07.2011) Nihayet gezimizin son gününe geldik artık Ankaraya dönüş zamanı, bir gece önce Gökalp kardeşimizle birlikte Midilliden getirdiğimiz uzoları ve şarapları mangal eşliğinde hallettikten sonra sabah 06.00 da yola çıkmak üzere hazırlıklarımız tamam..
O kadar yol yaptıktan sonra dönüş yolunda İnegöl taraflarında 110 km ile radar'a yakalanıp ceza yemek çok dokundu ama yapacak bi şey yok :)) memleketim !!!




Vee bitiş, toplam 3355 km'lik bu gezimiz saat 17.00 civarı Ankaraya gelişimizle son buldu;
Ata'mızın doğduğu evi gezmemiz onun çocukluğunun geçtiği topraklarda bulunmamız, nefis balık ve deniz ürünlerinden oluşan akdeniz mezeleri, meteora'daki ilginç kayaların üzerindeki manastırların muhteşem görüntüsü, pire limanı ve midilli limanındaki narkotik polisleri ile yaşadıklarımız, tanrıların dağı olarak bilinen Olimpos dağını yakından görmek, Atina geceleri bizim için unutulmayacak güzel bir anı olarak yerini aldı.

GİDİLECEK YOL, GEZİLECEK ÇOK YER VAR, :))